15 Eylül 2013 Pazar

HANGİ İNSAN...
İnsan, öğrenen ve öğrendiklerini hayatında uygulayabilen vicdan sahibi bir varlık olarak diğer varlıklardan ayrılır. Aynı zamanda sosyal bir varlık olan insan diğer insanlar ile bir arada yaşayarak kendini şekillendiren değerlerini oluşturur. Kültür bu değerlerin sonucunda oluşan kadim geleneklerin yansıması olarak varlığını devam ettiren insani hasletlerden birisidir. Ancak yine de insan çoğu zaman kendisinin çokta ötesinde bir yaşam sürerken düşünce ve yaşamın güvenli kıyılarından uzaklaşmayı tercih edebilir. Bu noktada insanın kendini tanıması veya farkına varması beklenir ki bu insanın özüne ait bir metafordur. Hem Latin kaynaklı okumalarda karşımıza çıkan hem de kadim Türk-İslam Medeniyetinde de varlığını hala devam ettiren insanın kendisi ile hesaplaşma beklentisi, aslında ona olan inancın bir göstergesi gibidir. “nosce te ipsum”  yani “kendini bil” insanın özüne ait olması beklenilen bir bilgeliğe atıftır. İlk emri ve beklentisi “ikra” yani oku olarak tecelli eden İslam anlayışı insana yaradılışını hatırlatmakta ve ondan keskin bir geri dönüşü beklemekte ve bunu ona güçlü bir yaptırım ile hatırlatırken insanın yaradılışındaki hikmeti vurgulamaktadır. İnsanın kendini tanıması ancak bilgi ile olur ki bununda kaynağında diyalektik bir akıl yürütme, ders alma, ayaklarını yere sağlam basmakla mümkündür. Bilgi bir yoldur ve içerisinde hikmeti barındırır. Hikmet ise sır, yani transandantal, deneyimlerin çok ötesinde bir bilme eylemidir. İmam-ı Gazali’nin “kalp gözü” ile ulaşılabilecek bilgiler olarak anlamlandırdığı bir yolculuk. Yunus Emre “ilim ilim bilmektir” öğretisi bilme eyleminin önemi ile ilgili bizden olan bir başka malumun ilanıdır.

Modern toplum “kuşku çağı”nda yaşayan toplumdur. Kuşku çağı bir tragedyanın iz düşümüdür zihinlerimizde. Her şeyi reddeden modern bir alg yanılsaması. Geleneksel olanın ötekileştirilmesi. Öteki yani benden ve benim çağımdan olmayan. Gelenek kavramı iki anlamı beraberinde taşır aslında. İlahi bir geleneğe bağlanarak uhrevi kurtuluşa ermek, bir bilginin elden ele aktarılması, bir öğretiyi başkalarına iletmek, teslim olmak ya da ihanet etmek gibi iki zıt anlama gelmektedir. Modernleşme aslında bir nevi ikinci anlamı anlamamızı da kolaylaştırmaktadır. Yani “ihanet etme”. Kadim olanı reddederek onun yerine modern olanı ikame etme düşüncesi. Bu anlayış aslında geleneği yok etme düşüncesidir aynı zamanda. Asıl sorunlu alanda burasıdır. Bu çatışma kendi değerini mi üretecek yoksa bir bunalımı beraberinde mi getirecektir? Tüketim değerlerinin her gün kitlesel olarak kutsandığı bir asr da “insan gerçekten ziyan içendedir” mesajı anlamlıdır. İnsan bunu idrak edebiliyorsa yeniden kendine dönüşün kapısına gelecek ve af dileyecektir. İşte tamda postmodern bir anlayışa geri dönme sevdasının bir yansıması. Son onlu yıllarda çokça karşımıza çıkan söylemlerin özünde bu bilinçaltı semptomları vardır. Modern toplum yeniden bir “ihanet etme” algısı ile karşı karşıyadır. Bu defa ihanet modernizmedir. Batı toplumlarından başlayarak doğu toplumlarını sarmalayan bu postmodern dönüş çırpınışları insanın tüketecek bir azığı kalmadığını ifşa eder. Bir mühendis hesaplamasıyla inceden inceye yapılan hesaplamalar toplumu dizayn edememiş ve insanın maddenin çok ötesinde bir mana taşıdığını unutmuş olarak geriye çekilmiştir.

“Ben sizin bilmediklerinizi bilirim” ilahi vurgusu geleneksel yaşam formlarında anlamını devam ettirirken postmodern bir okuma ile yeniden anlam kazanmalıdır ki modern insan, varlığını bildiği ancak tadamadığı hasletleri yaşayabilsin.  Kendini bilen bir insan, ilmi öğrenen ve yaşayan bir âdem belki modern dünyanın tükenmiş değerlerini yeniden inşa edebilir. O zaman insan kurtuluşun kapısından içeri onurunu kurtarmış bir şekilde yaradılışının farkına varacaktır. İçerisinde yaşadığı mağaranın tek gerçek olduğu retoriğine eleştirel bir bakış getirerek yüzünü mağaranın girişine çevirebilecektir. Eğer cesaretini toplayabilir yani alışkanlıklarından vazgeçebilirse dışarı çıkıp kendisine yüklenen “âleme nizam verme” misyonunu gerçekleştirebilecektir.

12 Eylül 2013 Perşembe

Yeni yönetmelik değişikliği

Yeni öğretim yılı

Ngfl ailesi yeni eğitim öğretim yılı hazırlıklarına devam etmekte. Bu yıl; geçen yıl kısmen araverdiğimiz ulusal ve yerel etkinliklere katılma ve bunu sürdürülebilir hale getirme konusunda daha etkili olmayı planlamaktayım. İnş. Bunda başarılı oluruz. Öğrenci arkadaşların çalışmalara gönüllülük esasına göre katılımını bekliyorum. Değişen yönetmeliklere göre performans süreci için blogda paylaşımlar yapılacaktır. İyi günler iyi çalışmalar. 

11 Eylül 2013 Çarşamba

vira bismillah,


TÜRK OLMAK

Aslında çok şeydir, Türk olmak.
Türk olmak, Osmanlı'nın borcunu ödemektir. Hovarda babanın borçla yaşayan evladı gibi.
Kosova'da ve Bosna'da, Batı Trakya'da ve Makedonya'da bilmem kaç asır geçmişte kalan meselelerin hesabını vermektir.
Türk olmak Kıbrıs'ta, Hocalı'da, Anadolu'da ve Balkanlar'da soykırıma uğrayıp karşılığında yapmadığın soykırımla suçlanmaktır.
Türk olmak faşist olmaktır, vatanına, milletine, tarihine sahip çıktığında…
Türk olmak demokrat ve çağdaş olmaktır, vatanına, milletine, tarihine sövdüğünde…
Türk olmak lisanının Avrupa'da yasaklanmasıdır ve yine Türk olmak kendini ve derdini anlatamamaktır.
Avrupa'da hor görülmek Türk olmaktır, ataların bir çok asır önce Viyana'yı kuşattığı için ve hoş görülmemektir. Tabii ki sadece kuşatıp; Napolyon gibi bütün Viyana'yı yakmadığın için.
Türk olmak Selanik'te Pontus Anıtı'nın, Viyana'da çiğnenen yeniçeri minberinin ve Malta'da papazın üzerine bastığı Türk bayrağı heykelinin önünden geçmektir.
Türk olmak zordur, çetindir ve eziyetlidir. Üç kıtadan dönüp, bir küçük yarımadada misafir muamelesi görmektir. Sayısız imparatorluk kurmak Türk olmaktır, aynı zamanda sayısız imparatorluk yıkmak da Türk olmaktır.
Arabaya koşulan ilk atın vatanında, ilk yazılı antlaşmanın imzalandığı yurtta, yazının bulunduğu, paranın icat edildiği her metrekaresinden bereket fışkıran bu yurtta, kalkınmak için yabancı sermaye beklemektir.
Türk olmak; Truva'dan bu yana, Sümer'den bu yana serpilerek gelse de, tarihten eski bu topraklarda, bütün zamandan damıtılarak gelen yüksek değerlerine rağmen, bir haftalık hafıza ile yaşamaktır.
Doğu Roma'yı da Batı Roma'yı da yıkıp, yeni Roma olan AB'ye girmeye çalışmaktır Türk olmak.
Türk olmak, Mostar'da köprüdür, Kerkük'te kaledir, İstanbul'da Kızkulesi'dir, Anadolu'da buğdaydır, Çukurova'da pamuktur, Ege'de tütün, Karadeniz'de fındık, Trakya'da ayçiçeğidir.
Türk olmak Çanakkale'de ölmektir. Çanakkale'de ölmeden önce düşmana su vermektir, onun yaralısını sırtında kendi hastanesine taşımaktır.
Düşmanın ardından rahmet okumak, kanlısından helallik almaktır.
Sabahları odana rahmet dolsun diye, camı açmaktır. Kar yağdığında kayak yapmayı değil, evsizleri düşünmektir. Balkon köşesine kuşlar için, kışın ekmek kırıntısı, yazın su koymaktır. Yağmura rahmet, kara bereket diye bakmaktır.
Türk olmak, harap bir ülkede, zengin ülkelerin müstemlekesini reddedip, tahtadan kılıç ve ipten üzengi ile, paylaşacak ve sahiplenecek tek varlığı fakirlik olmasına rağmen, yedi düvele meydan okumaktır.
Türk olmak askere davul-zurna ile uğurlanmaktır, belki de dönmeyeceğini bilerek. Türk olmak, annenin şehit oğlunun ardından 'Bir oğlum daha olsun, onu da vatan için göndereceğim.' demesidir. Babanın gözyaşlarını tutarak, tabutuna son kez dokunurken 'Vatan sağ olsun!' demesidir.
Türk olmak 'Türk çayında radyasyon olmaz!' yalanları ile, 'Gusül abdesti alana AIDS bulaşmaz!' dolanları ile yaşamaktır.
Her hükümetin enkaz devraldığı, ama asla ardında enkaz bırakmadığı ülkede olmaktır.
Türk olmak, ecdadın yaşadığı kıtlıktan dolayı, çayın yanında gelen şekerden fazla olanı garsona geri vermektir. Aynı nedenle Türk olmak, yemeği ziyan etmekten korkmaktır. Göz hakkına, diş kirasına saygıdır.
Türk olmak. Evindeki bir kap aşın yarısını tanrı misafirine vermektir. Kendi yerde, misafiri döşekte yatırmaktır Türk olmak.
Türk olmak, milli maçta ağlamaktır. Ayhan Işık'a, Belgin Doruk'a aşık olmaktır. Türk olmak, aşkını ölesiye sevmektir. Aşkı için ölmektir, öldürmektir. Sevdiceğinin elini bir kez tutamadan, toprağa girmektir.
En güzel aşk şiirlerini yüreğinde hissetmektir. Eşkiyaya türkü yakmaktır, Türk olmak.
Milletine sövmektir, ama başkasına sövdürmemektir, Türk olmak.
Türk olmak Yunus'u bilmektir, Aşık Veysel'i sevmektir. Mevlana'yı, Hacı Bektaş-ı Veli'yi ve Hoca Yesevî -tek bir satırını okumasa da yüreğinde taşımaktır.
Türk olmak, saz çaldığında, ney üflendiğinde, kös dövül düğünde ve kaval çaldığında, yüreğinin derinlerinde bir sızı sezmektir, bir de Yemen Türküsü'nde...
Hayatın sana verdiklerine 'Nasip', vermediklerine 'Kısmet' demektir. Her işin 'Hayırlısına' inanmaktır ve ağlamamak için çok gülmekten çekinmektir.
Türk olmak, Asya'da batılı, Avrupa'da doğulu diye tepki görmektir.
Irk sözünü bilmeden yaşamak, yaradılanı Yaradandan ötürü sevmektir.
Magazin programları ile dizilerin arasına sıkışsa da, silkinip üzerindeki ölü toprağını atabilmektir.
Türk olmak, mahalle maçı için aynı saatte, on kişi buluşamazken, milyon kişinin bir araya gelmesidir.
Tavla oynarken bile kavga ederken, milyon kişinin kavga etmeden gösteri yapabilmesidir.
Türk olmak, buhran zamanında Arjantin'de de mağazalar yağmalanırken, daha ağır buhranda sıraya girerek, sorumlusuna en ağır cezayı tek bir cam kırmadan sandıkta kesmektir.
Türk olmak en zayıf gününde bile dünyaya meydan okumak, en dertli gününde bile her kolaylığın bir şafakta biteceğini bilerek tevekkül göstermektir.
Zor iştir Türk olmak.
Türk olmak Anadolu'da her düşen yağmur damlasına hamdetmek, her çıkan başak için şükretmektir.
Türk olmak, medeniyetler mezarlığı Anadolu'da dik durabilmektir.